Âşık Remzâni

 

 

28 Eylül , Pazartesi Günü, Veliyettin Ulusoy’un Yaptığı Basın Açıklaması

 

Güneşten Zerresine Deryadan Katresine On İki Fidandan Ulu Bir Ormana

 

Veliyettin Hürrem ULUSOY

 

Doğa, bize sunmuş olduğu imkân ve olanakları geri isteme hakkına sahiptir, tıpkı Hakk’ın bizlere vermiş olduğu canı alması gibi. Bizler üzerinde yaşamış olduğumuz gezegen, kara parçası, coğrafya, doğa ve çevreye karşı sorumluyuz ve bu sorumluluğumuzun bir ödevi olarak bize hayat ve yaşama imkânı veren mekâna karşı saygılı ve ölçülü davranmalıyız.

 

İçinde ve üzerinde yaşamış olduğumuz doğaya karşı tahrip, talan, yıkım, kesim vb. Şekilde yaklaştığımızda verdiği ve sunmuş olduğu imkân ve olanakları verdiği gibi ve bazen de verdiklerini toptan: Sel, heyelan, tufan vb. Afetler ile geri alır. Bizler toplum olarak meselenin bu kısmını genelde göz ardı ederiz veya görmezden geliriz ve bu nedenle de yaşamış olduğumuz bölge/yörede bulunan doğal çevredeki flora ve faunaya karşı çok acımasız ve saygısız davranıyoruz.

 

Kim bilir, belki de tahrip ve talan edilmiş bir coğrafya parçasını kendi elimiz ile inşa ediyoruz. Örneğin, Yale Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, dünya üzerindeki ağaç sayısı 3.04 trilyon olarak belirtilirken; kişi başına 422 ağaç düştüğü ancak dünyanın daha fazla ağaca sahip olması gerektiği ifade edilmektedir. Ve aynı zamanda, ilk uygarlıkların 11 bin 700 yıl önce ortaya çıkmasından bu yana yeryüzündeki ağaç sayısının, yüzde 46 oranında azaldığına dikkat çekilmektedir.

 

Bizler, Alevi-Bektaşi toplumu olarak yüzyıllardan beri farklı toplulukların bir arada yaşadığı; farklı ayin ve dini biçimlerin kendini yeniden var ettiği özgün bir bünyeyi dağ, tepe, taş, kaya; göl, akarsu, dere, küçük su gözeleri; ağaç, koruluk, küçük orman alanları; dağların tepelerinde, dere boylarında, geçit yerlerinde bulunan baba, dede, sultan, er evliya türbeleri vb. mekânlar inanç ve itikadi bakımdan insanlar tarafından derin anlamlar yüklenerek dinsel bağlamda belli bir aidiyet bağı ile korumaya çalışmaktayız.

 

Kutsallık aidiyeti ile yeşeren umutların itikadıyla bazen bir evliya, türbeye, teberiğe ve ziyarete kurban ya da adak adamış; bazen bir yatıra, ağaca, dağa ve tepeye delil uyarma niyetine çerağlar uyarmış; bazen de bir erene, sultana, babaya, pire, mürşide deyiş, nefes, duaz ve gülbeng okutmuşuzdur.

 

Evet, artı ve eksileri ile bugüne kadar geldik fakat bundan sonrası için üzerinde yaşamış olduğumuz ve hayatımızı sürdürdüğümüz doğa ve çevre bizlere, daha öncesinde olduğu gibi aynı imkân ve olanakları sunmayacak gibi duruyor. Çünkü bizler toplum olarak doğadan aldıklarımızı bir borç, bir emanet bilip ve ödevimiz gereği vermesini öğrenemedik.

 

Bizler, nüfus olarak yüzde seksene yakın bir oranda yaşamış olduğumuz kentlerde doğa, çevre, park, yeşil alan, ormanlık alanlara çok uzak kaldık, neredeyse yeşil alandan oluşan bir doğa parçasına yabancılaştık. Yaşamış olduğumuz kent, mahalle veya semtler beton, çimento, hafriyat, inşaat sahası vb. yerlerden geçilemez bir hal almıştır.

 

Bu durum belki bugün için geçici bir çözüm olarak görülebilir ancak insanlığın ve doğanın geleceği için pek parlak bir tablo olarak tanımlamak mümkün değildir.

 

Bu nedenle yarınlar için, çocuklarımızın geleceği için, daha sağlıklı bir doğa ve çevre için, yaşanılabilir bir dünya için ve üzerinde yaşamış olduğumuz gezegene saygı için belki tam bir çözüm olmayabilir, ama en azından elimizden geldiği kadarıyla fidan dikimi yapmalıyız.

 

Çünkü ağaç yeşermeyi, canlanmayı, yeniden doğuşu, verimliliği, tükenmez yaşamı, ölümsüz hayatı; yorulmadan yaşayan; yeni doğanların koruyucusu, destekçisi ve bekçisi; dalları, yaprakları, kökleri ve meyveleri ile yeniden üreten; yaşayan gerçekliğin, diri bir hayatın ve yenilenmenin ifadesidir ve aynı zamanda bolluk, şans ve mutluluğun sembolü ve aynı mekânda bilgeliğin, ululuğun, kutsallığın, koruyuculuğun, kerametin simgesidir.

 

Alevi-Bektaşi inancına göre şayet bir can rüyasında fidan diktiği görürse yaşadığı haneye bir çocuğun geleceğine inanılır. Biz istiyoruz ki yeni doğan çocukların beşiği yeşil dallardan ve yapraklardan yapılsın; geleceği ve hayatı temiz bir doğa ve çevrede, ağaç ve fidanların içinde, tahrip ve talan edilmemiş bir coğrafyanın mekânında geçsin.

 

Yaşanılabilir bir dünyayı çocuklarımıza vaat etmezsek yarın başta çocuklarımız ve Yol olmak üzere üzerinde yaşamış olduğumuz gezegen bizden davacı olur. Bu davadan kendi yakamızı kurtarma adına değil de geleceğimiz ve doğadan ödünç aldıklarımıza karşın bir borç ve ödev olarak bundan böyle gözlerini dünyaya açan her çocuk için en az on iki fidan dikilmesine...

 

                                                          -  Makaleler  -