Âşık Remzâni

 

 

 

Alevi-Bektaşilikte Dem, Dolu Alma ve Kültürü

 

Namık Kemal DOĞANAY

Aralık  2015

 

Şarap ve genel olarak alkol kullanımı, tarihin çok eski dönemlerine kadar gitmektedir. Anadolu, Mezopotamya, Mısır, Eski Yunan ve Roma’da şarap tüketiminin yaygın olduğu, tarihçilerin anlatımlarından ve gün yüzüne çıkarılan buluntulardan anlaşılmaktadır.

 

Nuh efsanesine göre; Nuh peygamber, tufandan sonra keçisinin eskisinden daha neşeli olduğunu görür. Önceleri bu duruma bir anlam veremez. Ancak, keçinin neşesi her geçen gün artar; hoplar, zıplar, sağa sola tos vurur ve etrafa neşe saçar.

 

Bunun üzerine keçinin peşinden gider ve keçinin yere düşmüş (bozulmuş-fermantasyona uğramış) üzüm tanelerini yedikten sonra keyiflendiğinin farkına varır. Nuh peygamber de üzüm tanelerini yer ve çok beğenir. Sıkarak beklettiği üzüm suyundan yaptığı şarabı içerek neşelenir. Ancak bu durumu kıskanan Şeytan, üzüm bağlarını ateşli nefesiyle kurutur.

 

Bağlarının kuruduğuna çok üzülen Nuh peygamber, Şeytan ile pazarlığa girer. Şeytan bir tek şartla bağlara yeniden hayat verecektir; sürüden yedi hayvan kurban edecek ve bu hayvanların kanlarıyla bağlar sulanacaktır. Nuh peygamber arslan, kaplan, ayı, köpek, horoz, tilki ve saksağan kurban eder ve kanlarıyla üzüm bağlarını sular. Bağlar, canlanarak tekrar hayat bulur, Nuh peygamber bağın üzümünden şarap yapar.

 

Bu nedenle şaraba yedi hayvanın karakteri geçer. Şarabı fazla içen insanlar arslan gibi cesur, kaplan gibi yırtıcı, ayı gibi güçlü, köpek gibi kavgacı, horoz gibi gürültücü, tilki gibi kurnaz, saksağan gibi geveze olabilirler.

 

Birçok araştırmacılara göre, şarabın dolayısıyla içkinin anavatanı Anadolu topraklarıdır. M.Ö. 3000 yıllarında Anadolu’da şarap imal edilirken, diğer kıtalar içkiyi tanımamaktadırlar. Antikçağ Yunan düşüncesinin üç büyük tanrısından biri olan şarabı, bağcılığı öğreten Dionysos (diğerleri Zeus ve Apollon) Anadolu topraklarında üzümün koruyucusu, şarabın tanrısıdır.

 

Eski Türk kültüründe de içkinin önemi büyüktür. Oğuzlar, Altaylar, Özbeklerin dini ve ölüm törenlerinde içkinin belirli ritüellerle kullanımı yaygındı. Türklerin en eski içkisi kımızdı.

 

İslam’da İçki

 

Hristiyanlıkta şarabın, genel olarak içkinin kutsallığı bulunmaktadır. Şarap, Hristiyanlıkta “İsa’nın kanı” olarak kutsal görülmekte, dinsel törenlerin vazgeçilmez içeceğidir. Batıda kiliselerin, manastırların gerek dini törenlerde içmek ve gerekse kazanç sağlamak amacıyla büyük miktarlarda şarap üretimi yaptıkları bilinmektedir. Musevilikte sarhoş olmamak koşuluyla içki içilmesi dinsel bir gelenektir. Tevrat, şarabı “en eski ilaç” olarak görmektedir.

 

İslam dini ise alkol almayı günah saymıştır. Kuran’ı Kerim’de hamr (içki, şarap) konusunun geçtiği dört ayet bulunmaktadır.

 

•   Hurma ağaçlarının meyvelerinden üzümlerinden şerbet, şıra ve güzel rızk elde edersiniz. Düşünen millet için bunda ibret vardır. (Nahl Sûresi, 67. Âyet)

 

•   Sana içki ve kumarısorarlar. De ki: “Bu ikisinde de hem büyük bir günah ve insanlara bazı faydalar vardır. Günahları faydasından daha büyüktür.” (Bakara Sûresi, 219. Âyet)

 

•   Ey inananlar! Sarhoşken ne dediğinizibilene kadar, cünüpken -yolcu olanlar müstesna- guslene kadar namaza yaklaşmayın. (Nisa Sûresi, 43. Âyet)

 

•   Ey inananlar! İçki, kumar,putlar ve fal okları şüphesiz şeytan işi pisliklerdir, bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. (Maide Sûresi, 90. Âyet)

 

Alevi-Bektaşilikte İçkinin Adı Dem’dir, Dolu’dur

 

Sünni İslam’ın, Şeriatın içkiyi haram görüp yasaklamasına karşın, Alevi-Bektaşiler içkiyi, yasaklar arasında saymamıştır. Alevi- Bektaşilerde artık içkinin adı “dem” veya “dolu”dur. Alınan dem veya dolu kurban hükmündedir, kansız kurbandır. “Nefes”, “zaman” veya “yaşanılan an” anlamında da olan dem, içki, şarap veya rakı anlamındadır.

 

Alevi-Bektaşilerde dini anlamda içki yasağı bulunmamaktadır. Her şeyde olduğu gibi, azı helal, çoğu zarardır. Alevi- Bektaşilerin deyişiyle ehline helal, naehline haramdır.

 

Ey zahit şaraba eyle ihtiram

Müslüman ol terk et bu kıyl ü kali

Ehline helaldır naehle haram

Biz içeriz bize yoktur vebali

                                                 Edip Harabi

 

Alevi-Bektaşiler, cemlerde ve muhabbet meclislerinde “dem-dolu” almayı, Kırklar Meclisi’nde üzüm tanesinin ezilip, şerbet olarak içilmesi ve içenlerin mest olmasına bağlarlar.

 

“Hz Muhammed, miraçtan dönerken bir evde sesler duyar, onları ziyaret etmek için kapıyı çalar. İçerdekilerin ‘kim’ olduğunu sorması üzerine, peygamber olduğunu söyler. İçerden, ‘peygamberliğini ümmetine yap; bizim peygambere ihtiyacımız yok’ derler.

 

Peygamber geri dönüp giderken, Hakk’tan tekrar kapıya vurması emri gelir, tekrar dönüp kapıyı çalar. İçeriden aynı soru sorulur ve aynı cevabı verir. Peygamber dönüp giderken Hakk’tan; ‘benliğini at meclise gir’ nidası gelir.

 

Peygamber tekrar kapıyı çalar, ‘kimsin’ sorusuna ‘fukarayım’ demesi üzerine kapı açılır. İçeride otuz dokuz kişiyi görür. ‘Siz kimsiniz’ diye sorması üzerine, içeridekiler ‘Kırklarız’ derler. ‘Kırkıncınız nerde’ diye sorar. ‘Dışarıya yiyecek toplamaya gitti’ diye cevap verirler. Peygamber; ‘sizlerin Kırklar olduğu nereden malum’ demesi üzerine; ‘kırklarız, hepimizin gönlü birdir, birimiz neyse hepimiz odur’ derler.

 

Bunun üzerine İmam Ali kolunu uzatır ve kırklardan biri bir neşter vurur. Otuz dokuzunun da kolundan kan damlar, bir damla kan da tavandan damlamaya başlar. Damlayan kan Selman-ı Farisi’nin kanıdır. Ali’nin kolunun bağlanmasıyla da hepsinin kanaması durur. Daha sonra Selman-i Farisi elinde bir üzüm tanesiyle gelir, Peygambere vererek Kırklara paylaştırılmasını ister.

 

Peygamber bir üzüm tanesini nasıl pay edeceğini düşünürken, Cebrail elinde nurdan bir tabakla gelerek; tabakta ezip şerbet eyleyip dağıtmasını ister. Peygamber, üzümü tabakta parmağıyla ezerek şerbet yapar. Kırklar bu şerbetten içerek mest olurlar ve kalkıp semaha dururlar.”

 

Payım gelir erenlerin payından

Muhammed neslinden Ali soyundan

Kırkların içtiği engür suyundan

Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver

                                            Pir Sultan Abdal

 

Alevi-Bektaşilerin büyük bir bölümü, Kırklar Meclisinde Peygamberin ezip dağıttığı ve içenlerin mest olduğu üzüm suyu niyetine, benim de çocukluk ve gençlik yıllarımda şahit olduğum üzere, bugüne kadar cemlerinde dolu almışlardır. Fakat bugün bazı bölgeler dışında (Isparta, Trakya, Bulgaristan, Tahtacılar, Tokat vs.) cemlerde dolu alınmamaktadır.

 

Cem törenlerinde artık dolu alınmamasının altında, cem törenlerinin bir eğitim amaçlı gösterilere dönüşmesinin, cem törenlerine birbirlerini tanımayan insanların girmesinin, çok sayıda farklı bölgelerden gelen insanların aynı cemde bulunmasının, mahalle baskılarının vs. nedenleri bulunmaktadır.

 

Dem, Âlimin İlmini, Cahilin Zulmünü Arttırır

 

Alevi-Bektaşi muhabbet meclislerinde dolu sıkça alınmaktadır. Sarhoş olunacak şekilde yani karının(eş), komşunun ve kesenin zarar görmemesi esastır. Dem’in belirli kurallar içinde alınması nedeniyle, cemlerde ve muhabbet meclislerinde sarhoşluk, hemen hemen hiç görülmez. Alevi-Bektaşilerin, ilim-irfan öğrendiği yerler olan muhabbet meclislerinde, herkesin istediği kadar dem alması söz konusu değildir. Dede gülbank okumadan, dem’i yudumlamadan önce kimse dem alamaz, dem’e ve yemeğe el süremez; her şey disiplin içinde yapılan ritüllerle olur.

 

Cem törenlerinde dem almak zorunlu değildir. Sağlık sorunu olan, hiç dem almamış olan ve daha önceden çok dem alıp nefsine hâkim olmayan ve rahatsızlık vermiş olan canlara da dem-dolu verilmez. Alınan dolu dostluğu, kaynaşmayı, muhabbeti geliştirir; bilgilerin aktarılmasına neden olur.

 

Dolunun sunulması ve içilmesi belirli ritüeller içerisinde olur. Dolu veya içecekleri dağıtmakla görevli olan saki-sakka-şemsi gibi adlarla anılan canlar, cemlerde ve muhabbet meclislerinde önceden görevlendirilirler. Kırklar sofrasına benzetilerek oluşturulan muhabbet sofrası önce dualanır:

 

“Bismişah Allah Allah. Nimeti celil, bereketi Halil, şefaati Resul, inayeti Ali, himmeti Veli ola. Artsın eksilmesin, taşsın dökülmesin. Hak, Muhammet, Ali bereketini vere. Yiyip yedirene, pişirip getirene, nuri iman ve aşkı şevkola. Dertlere derman hastalara şifa ola. Gittikleri yerde gam ve keder görmeye, lokmalarınız kabul ola. Üçlerin, Beşlerin, Yedilerin, On İki İmamların, On Dört Masumu Pakların, On Yedi Kemerbestlerin, Kırkların, Gayp Erenlerin Pir Dergâhına yazıla, yiyene helal, yedirene delil ola, Hak saklaya, Hızır bekleye. Gerçeğe hü.”

 

Daha sonra Saki, dem ile gelir ve dedenin karşısına geçerek duasını (hayırlısını, gülbankını) alır. Dede şu gübankı okur:

 

“Bismişah Allah Allah. Muratlar hasıl ola, işler hayır ola, hayırlar feth ola, dolular dolu ola, içeceğimiz dolu Ab-ı Kevser’den ola, divana dergaha yazıla, niyazımız kabul ola, On İki İmamların katarından didarından, erenlerin evliyaların yolundan ayırmaya, gerçekler demine hü eyvallah!”

 

Saki bardakları doldurur ve iki avucunun içinde önce dedeye, sonra diğer canlara uzatır. Dede “hü erenler canlar” deyip bir yudum aldıktan sonra, sofradaki diğer canlar kadehi iki elle kapatarak, on parmak, kadeh ve içindeki doluyla birlikte On iki’yi simgeleyecek şekilde tutarak yudumlarlar. Dolu’nun tek seferde bitirilmemesi, üç seferde bitirilmesi esastır. Dedenin isteği ve yönlendirmesi dışında kadeh kaldırılmaz veya almamazlık edilmez. Söz konusu ortamda sarhoş olmak, çok içmek olumlu karşılanmadığı gibi, bu tür olumsuzluklara pek rastlanılmaz. Dede konuşurken veya zakir nefesleri söylerken nefeslerin bitimine kadar dem alınmaz, yiyecek yenilmez.

 

Sonuç

 

Sünni İslam’ın haram gördüğü içkiyi, Alevi- Bektaşiler “ehline helaldır, naehle haram” düsturu ışığında haram görmemişlerdir. Alevi-Bektaşiler için cemlerde ve muhabbet meclislerinde alınan içkinin adı artık “dem” veya “dolu”dur.

 

Dem veya dolu ise, Kırklar Meclisinde içilen ve içeni mest eden üzüm suyudur. Bu nedenle Alevi-Bektaşiler, marifet kapısını aralayan, mest eden kırmızı üzüm suyuna (kırmızı şarap) sevdikleri Kızıldeli Sultan’ın adı olan “Kızıldeli”, beyaz olan (rakı) suyuna ise yine sevdikleri Akyazılı Sultan’ın adı olan “Akyazılı” adını verirler.

 

Dolularımız dolu, gönüllerimiz gani ola, içtiğimiz dolular Ab-ı Kevser’den ola, gittiği yerler gam, gasavet, dert görmeye, içenlere aşk ola!

 

Allah, Eyvallah... Hüüü.

 

 

Kaynakça:

 

1. Büyük Larousse, Gelişim Yayınları, 1985.

2. DİB, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Ankara, 1983.

3. Er, Piri., Yaşayan Alevilik, Barış Kitapevi, 2013.

 

                                                          -  Makaleler  -