Âşık Remzâni

 

 

 

ALEVİ-BEKTAŞİLİKTE DÂR, ÇEŞİTLERİ VE ULULARI

 

Namık Kemal DOĞANAY

Temmuz - Ağustos  2015

 

Dâr, Alevi-Bektaşi inancının ve ibadetinin her aşamasında karşımıza çıkan, hukuki, sosyal ve eğitici özellikleri taşıyan önemli bir kurumudur, ögesidir. Alevi-Bektaşi toplumunun her türlü sorgulama, yargılama, düşkünlük, yola girme, musahip olma, yıllık görgü-sorgu, kurban ve adaklarını yerine getirme, hizmet görme, ceme girme ve cem yürütme, Hakk’a yürüme vb inanca dayalı törenleri dâr kurumu içerisinde yer alır.

 

Başka bir anlatımla Alevi-Bektaşi inanç sisteminde dar; her talibin kamil insan olması yolunda hayatı boyunca uygulayacağı ve Hakk’a yürümesinden sonra da ailesi ve musahibinin yerine getireceği kurallar bütünüdür.

 

Nedir Dâr Sözcüğü  

 

Arapça’da “yer, yurt” anlamında olan dâr, Farsça’da “ağaç-dârağacı” anlamına gelmektedir.

 

Alevi-Bektaşi inanç sisteminde ise Dâr, talibin kamil insan olma yolunda kırdığı-yıktığı varsa yaptığı, döktüğü varsa doldurduğu, ağlattığı varsa güldürdüğü, kötü yanlarını ortaya döktüğü, sorgulama-yargılamanın yapıldığı, cezanın verildiği ve/veya aklandığı, musahiple yola girmeye ikrar verdiği, canı feda etmek üzere geldiği "Allah, Allah! Elim erde, özüm dârda, yüzüm yerde, erenlerin Dâr-ı Mansûr’unda, Muhammed Ali divanında, Hakk’ın huzurunda canım kurban, tenim terceman,  elimden dilimden incinmiş can var ise dile gelsin, Allah eyvallah hû dost!” diye kendi özünü meydana serdiği yerdir.

 

Dâr, talip ve  dede (pir, mürşidin) tarafından yapılan işlevlere göre değişiklik göstermektedir. Talip tarafından yapılan işlev dâra durma adını almakta iken, dede tarafından yapılan işleve göre  dara çekme-dara çekilme adını almaktadır.

 

Dâra Durma

 

Peymançeye durmak, ayak mühürlemek veya ayakları mühürlü olmak da denilen dâra durma; cemlerde oniki hizmet için göreve başlama, musahip tutma, başokutma, sorgulanma-yargılanma, Hakk’a yürüyen candan sonra Dârdan İndirme ve muhabbetler gibi törenlerde pir veya mürşidin huzurunda, meydanın ortasına gelip durmaktır.

 

Dâra duran talibin başı açık, ayağı çorapsız ve belinde üç boğumlu bağ (kemerbest) bulunur. Sağ ayağının baş parmağını, sol ayağının baş parmağı üzerine koyar. Sağ kol, sol kolun üzerine çaprazlama olarak göğüs hizasında konulur; parmaklar ise kapalı olarak omuz başlarına dokunur. Bazı bölgelerde ise sol kol yana salınır, sağ kol bükülerek el kalbin üzerine konulur. Baş asılı gibi yanlara düşüktür. Bu duruş Hallacı Mansur’un duruşunu simgeler.

 

Dâra Çekme-Dâra Çekilme

 

Dedenin (pir, mürşid), kusurlu eylemlerinden dolayı talibi dâr meydanına alıp, sorgulaması, maddi ve manevi yaptırımlar yapmasıdır. Dâra dikme biçiminde de ifade edilen dâra durmada, dede talibinin kusurlu davranışlarını açıklar. Talip de kusurlu davranışlarını kabul ederek, bir daha hata yapmamak için söz verdirilir. Zarar gören talip de dâr meydanına alınarak barıştırılır.

 

Er meydanı olan dâr meydanında talip yalan-dolan yapamaz, özünü kendisi dâra çekmek zorundadır. Bunun için kusurlu talibin, konu-komşunun, kusurlu davranışından zarar gören diğer taliplerin şikayetinden önce veya dedenin dâra çekmesinden önce özünü dâra çekmesi gerekir. Özünü dâra çeken talip, yaptığı kötü şeyleri söyler, telafi edeceğini belirtir, diğer talipten razılık ister. Zarar gören talip, genelde onu bağışlar ve cemde bulunanlardan rızalık almasını ister. Özünü dâra çeken talip, kurban keserek cemdeki canlara lokma dağıtır.

 

Cemlerde verilen görevleri, hizmetleri yerine getirmiş veya kurban kesip lokmasını dağıtmış talip de, dededen dua almak için özünü dâra çekebilir. Burada amaç görevini yerine getiren talibin duayla ödüllendirilmek istemesidir.

 

Duruş Şekillerine Göre Dâr Çeşitleri

 

İmam Caferi Sadık buyruğunda, dört biçimsel Dâr’dan sözedilmektedir: Bunlar Fatıma Dârı, Mansur Dârı, Fazlı Dârı ve Nesimi Dârı’dır. "Ve dahi sorsalar ki Dâr kaçtır? Cevap verkim dörttür: Evveli Dâr-ı Mansur, ikinci Dâr-ı Fazlı, üçüncüsü Dâr-ı Nesimi ve dördüncüsü Dâr-ı Fatma. Evvel Dâr-ı Mansur; Dâra asılır gibi doğru pir nazarına durup, elini sallandırıp berdar olmaktır. Dâr-ı Fazlı; aşk ola dedikte secdeye varmaktır. Çünkü Fazlı'yı yüzüstüne bıçağa bıraktılar. Bu secdeye yatma Fazlı gibi hançer ciğerimde demektir. Doğrulup oturduğunda Dâr-ı Nesimi olur; Nesimi gibi postumu yüzdürdüm demektir... Dâr-ı Fatma ise ayağını birbirinin üstüne koymaktır... Bir sofu sıdk ile  Dâra dursa bu dört Dârın piri ol mümine şefaat eder...''

 

Dâra durmak, meydana gelmek, cemdeki canların ve dedenin karşısına çıkmaktır. Ayaklar mühürlü, yani sağ ayak baş parmağı sol ayağınkinin üzerine konmuş durumda Fatıma Dârı; ayakta eller yana salınmış ve baş omuzlardan birine doğru eğilmiş beklemek Hallacı Mansur Dârı; eğilip pir eteğine niyaza varmak Fazlı Dârı; dizüstü oturarak  edep erkânda olmak Nesimi Dârı olarak adlandırılmaktadır.

 

Dâr Meydanı Hangi Hallerde Kurulur

 

Hey erenler benim yüzüm yerdedir                                                                                         

Yüzüm yerde ise özüm dârdadır

                           Pir Sultan Abdal

 

Alevi-Bektaşi inancında musahiplikten sonraki en önemli kurum Dâr’dır. Cemlerde kullanılışına göre oniki hizmete başlama dârı, musahip tutma dârı, başokutma (yıllık görgü) dârı, düşkünlük (yargı) dârı, dârdan indirme dârı ve muhabbet erkanları (daha çok Alevi-Bektaşi inancı ve ibadetini eğitim amaçlı) dârları bulunmaktadır.

 

a- Oniki Hizmet Dârı: Cemin düzenli olarak yürütülmesinde görev alan oniki hizmet sahibi olan Pir, Rehber, Zakir, Peyik(haberci), Kapıcı, Gözcü, Kurbancı, Çerağcı, Süpürgeci, Semahçı, Saka ve İznikçi’nin (temizlikten sorumlu) Şah Hatayi nefesi ile dâr meydanına gelmesidir. 12 hizmet sahipleri, dedenin karşısında başlar açık, beller kemerbestli ve ayaklar mühürlü olarak Mansur darında dururlar.

 

b- Yıllık Görgü(Başokutma) Dârı: Görgü-sorgu da denilen bu törenlerde talipler, her yıl dâra durarak kendilerini temize çıkarırlar ve cemde bulunan diğer canlardan rızalık alırlar. Bir yıl içinde yapılmazsa ikinci yıl mutlaka dâra durmaları gerekir. Daha fazla yıl görgü-sorgudan geçmeyenlerin, kurban keserek lokma dağıtmaları gerekir. Yıllık görgü-sorgu(başokutma) dârında,  Mansur, Fazlı, Nesimi ve Fatıma dârların tamamı da uygulanır.

 

c- Musahip Tutma Dârı:  Musahiplik dârına, musahip olacak canlara ilaveten, ikrar verecek canlara yol gösteren rehberle birlikte durulur. Bazı bölgelerde bekar canların da musahip tutulduğu görülmekle birlikte, kural olarak musahiplerin evli olmaları gerekir. Evlendikten sonra eşlerin de musahipliği kabullenmesi ve ikrar vermeleri için evli canların musahip olmaları daha isabetlidir. Rehber, musahip olacak canları, boyunlarına geçirilmiş tığı bendle çekerek meydana getirir ve eşiğe niyaz ettirdikten sonra meydana dedenin huzuruna getirir. Ayaklar yalınayak, başlar açık, beller kemerbestlidir. Musahiplik dârında Mansur, Fazlı, Nesimi ve Fatıma duruşsal dârların tamamı uygulanır.

 

d- Sorgu-Yargı ve Düşkünlük Dârı:  Alevi-Bektaşi inancında talip yılda birkez görülüp sorulmakta, canını ve malını ortaya koyarak topluma hesap vermek durumundadır. Eğer talip kusur veya kabahat işlemişse er meydanında dâra durarak hesap verir. Talip, kırdığı-yıktığı varsa yapar, döktüğü varsa doldurur, ağlattığı varsa güldürür, zarar verdiği candan ve cemde bulunanlardan rızalık alır. Dedenin gözetiminde yargılanır, ceza alır veya aklanır ve/veya düşkünlüğü sona erdirilir. Bütün bu ritüeller dâra durularak yapılır. Yargılamada, talip tek başına dâra dururken, düşkünlükte ve düşkünlüğün kaldırılmasında varsa musahipleri ile birlikte dâra durulur. Düşkünlüğün kaldırılmasında, Rehber de dâra durur. Düşkün kişi ceme girmeden önce, rehber eşliğinde zarar verdiği candan ve ceme katılacaklardan rızalık almış ve zararı telafi etmiş olarak, kendisinin ve eşinin boynunda yularla(tığı bent), belden aşağısı peştemalla sürünerek ceme alınır. Düşkün eğer ağır bir suç işlemişse (adam öldürme, zina vs) közün veya kızgın saçın üzerinde ayakta durdurulur, alnına ucu çivili değnek dayanır, boynuna ağırlık bağlanarak Dâra çekilir. Zakirlerin oniki duvazimam okuması ve gülbankların bitimine kadar bu halde bekler. Daha sonra sırtlarına doksandokuz sopa vurulur, Cemde bulunanlardan rızalık niyazı alır ve düşkünlüğü kalkar. Düşkünlük kaldırma dârında Mansur, Fazlı, Nesimi ve Fatıma duruşsal dârların tamamı uygulanır.

 

e- Dârdan İndirme:  Dârdan indirme erkanı, Hakk’a yürüyen bir canın yaşadığı zamanda ilişkide bulunduğu tüm kişilerden gıyaben rızalaşmasıdır. Rızalaşmayı Hakka yürüyen canın varisleri ve varsa musahibi yapar. Talibin Hakk’a yürüyüşünü izleyen günlerde (genelde kırkıncı gün), kurban kesilerek cem yapılır. Hakka yürüyen canın varisi ve varsa musahip kardeşleri başları açık, belleri kemerbestli ve ayakları mühürlü olarak Mansur dârına dururlar.  Dede  "Ağrınmış incinmiş ve gücenmiş kimseler varsa dile gelsin! Bile gelsin ve hakkını talep eylesin!'' tercümanını okur. Eğer Hakk’a yürüyen canın ödenmemiş borçları var ve alacaklısı çıkarsa, incinen birileri varsa, varisler ödemeyi üstlenir. Alacaklı-verecekli, ağrınmış-incinmiş kimseler yoksa cemdeki canlar: "Hepimiz razıyız, Hakk da razı olsun! Gönül birliğiyle biz bağışladık, Hakk da bağışlasın! Devri daim olsun ve Hakk erenler yardımcısı olsun!'' deyip yere niyaz ederler. Dede canların dualarını verip, onları Dârdan indirir.

 

f- Muhabbet (Eğitim Amaçlı) Dârı:  Muhabbet dârları, daha çok gençlerin, yola girmek isteyenlerin ve musahip olacak kişilerin eğitimine katkı yapmak amaçlı olarak uygulanır. Muhabbetin, sevgi ve dostluğun gelişmesi için, taliplerin birbirini basit nedenlerle dâra çektirip, bundan ders alınması, erkan öğrenmesi amaçlanır. Muhabbet ortamında, destur verilmeden lokma yenilmesi, diz üstü oturuşun bozulması, muhabbet dışı başka bir şeyle uğraşılması gibi daha çok kasıtlı yapılıp kendisini dâra çektirmek isteyen canlar tarafından yapılır. Bunda amaç, hem muhabbette bulunan genç canlara edep-erkanla ilgili bir eğitim vermek veya dede ya da canlara içinden geçirdiği lokmayı, dem’i ikram etmek hedeflenir. Kendisi veya anlaştığı yanındaki can tarafından durum dedeye şikayet edilerek, dâra durulur. Talip, kısa bir zaman kendisini haklıymış gibi savunur, sonra hatasını kabul ederek, “verilecek cezaya razı olduğunu” söyler. Bunun üzerine talip lokma, dem vs ikramda bulunur.

 

Dârın Uluları

 

Duruş şekillerine göre dört Dâr bulunmakta olup, ulularının adıyla anılan bu dârlar;  Fatıma Dârı, Mansur Dârı, Fazlı Dârı ve Nesimi Dârı’dır.

 

1- Fatıma Ana:  İmam Cafer Sadık Buyruğu’na göre Fatıma Dârı; "Ayağını birbirinin üstüne koymaktır. Bu da imam Hüseyin'den kaldı. Birgün Hasan ile Hüseyin otururken Sultan-ı Enbiya bir su istedi. İmam Hüseyin çabuk idi; daha önce davranınca sol ayağının baş parmağını taşa vurup kanattı. Efendimize su verirken haya ettiğinden sağ ayağını sol ayağı üzerine koydu.''

 

Peygamberimizin Hatice’den olma tek kızı, İmam Ali’nin eşi, İmam Hasan ve Hüseyin’in annesi olan Fatma (Fatıma) Ana’nın, 611-612 yıllarında doğduğu kabul edilmektedir. Zehra (parıldayan), Meryem-ül Kübra (ulu Meryem). Fatıma Fatır (yaratıcı Fatma) gibi çok sayıda kendisine verilmiş sıfatı olan Fatıma’nın, yüzü babasının yüzüne benzemektedir.

 

Mekkeden Medine’ye 622 yılında hicretten birkaç yıl sonra İmam Ali ile evlendirilmiş, ikisi kız, ikisi oğlan olmak üzere dört çocuk doğurmuştur. Babasının sağlığında kendisine verdiği Fedek Hurmalığı’nın Ebubekir tarafından zorla elinden alınması ve evinde döğülmesi sonrasında hamile olduğu çocuğunu düşürmüş ve kısa bir süre sonra da henüz 20-22 yaşlarında Hakk’a yürümüştür.

 

Alevi-Bektaşilere göre Fatıma Ana, cihanın velisidir, gülüdür, onu seven ve yüzüne bakan cehennem ateşi ile yanmaz. Peygamberin sevgili kızı, İmam Ali’nin sevgili yari, Hasan ve Hüseyin’in sevgili anasıdır, darda kalanın dârına yetişir.

 

2- Hallacı Mansur:  İmam Cafer Sadık Buyruğu’na göre Hallacı Mansur Dârı; “Dâra asılır gibi doğru pir nazarına durup, elini sallandırıp berdar (darağacında asılır gibi) olmaktır.”

 

Mansur Dârı’na adı verilen, asıl adı Hüseyin İbn-i Mansur al Hallac olan Hallacı Mansur; İran’ın güneydoğusunda yer alan Tur’da 857 yılında doğmuştur. Yirmili yaşlarında Umm al Hüseyin ile evlendi ve bu evlilikten dört çocuğu oldu. Zamanın önemli tasavvuf alimlerinden ders aldı. Din, tasavvuf ve felsefe konularından bildiklerini vaazlar vererek aktardı. Yaratan Tanrı ( bir) ile yaratılanın tek kaynaktan geldiğini ve "bir" olduğunu, alemdeki her şeyin bilinmek isteyen Yaratan’ın yansımaları olduğunu, Tanrı’yla birleşmenin ve bir olmanın büyük sevgiyle-aşkla gerçekleşebileceğini (vahdeti vücut)  savundu.

 

Mansur’un Vahdet-i Vücut görüşü, Abbasi’nin siyasal yapısını sarsmaya başlaması üzerine, 915 yılında zindana atılır. 922 yılında vezir Hamid’in iktidara gelmesiyle birlikte Hallacı Mansur’un da akıbeti belli olur. Mart 922’de Hallacı Mansur önce bin defa kırbaçlanmış, sonra elleri ve ayakları kesilmiş ve dârağacına asılmıştır. Ertesi gün kafası kesilmiş, vücudu yakılarak külleri Dicle nehrine dökülmüştür.

 

Hallacı Mansur, Alevi-Bektaşilikte  büyük bir velidir, evliyadır, sevginin ve başkaldırının kaynağıdır.

 

3- Fazlullah, Fazlı:  İmam Cafer Sadık Buyruğu’na göre Fazlı Dârı; “Dâr-ı Fazlı aşk ola dedikçe secdeye varmaktır. Zira Fazlı’yı yüzüstüne secde bıraktılar. Fazlı gibi hançer ciğerimde demektir.”

 

Fazlullah(Fadl-allah), harflere verilen anlamlar ve sayısal değerleriyle uğraşan Hurufiliğin kurucusudur. Hurufilik, Kuran’ın ve İslamiyetin otuziki harfle batıni bir şekilde yorumlanmasıdır. Hurufiliğe göre; varlığın yaratılışı sesle olur. Ses canlılarda eylemsel, cansız varlıklarda ise gizli olarak (potansiyel) vardır. Cansız varlıkları birbirine vurduğumuzda cinsine göre ses çıkarır, canlılarda ise istemle sözcükler oluşur, sözcükler harf aracılığıyla olur.

 

Hurufiliğin kurucusu Fazlullah, 1339-1340’da Astrabad’da doğmuştur. Kurduğu inanç sistemini 1380’li yıllarda yaymaya başlamıştır. İleri görüşlü ve bilgili olan Fazlullah, Naimi mahlasını kullandığı şiirlerinin olduğu divanı dışında, Cavidan-name, Hab-name, Nawm-name, Muhabbat-name, Arş-name isimli kitapları bulunmaktadır. Nawm-name isimli kitabında geleceğe ilişkin olayları önceden haber vermiştir. Timur’un buyruğu ile 1394 yılında Şeyh İbrahim adlı birinin fetvasıyla hançerlenmiş, ayağına ip bağlanarak çarşılarda sürüklenmiş ve daha sonra bir kenara atılmıştır. Cesedi sevenleri tarafından Alıncak’a gömülmüştür.

 

4- Seyyid Nesimi:  İmam Cafer Sadık Buyruğu’na göre Nesimi Dârı; “Doğrulup oturduğunda Dâr-ı Nesimi olur; Nesimi gibi postumu yüzdürdüm demektir.”

 

Alevi-Bektaşilikte Nesimi, adı en çok anılan, deyişleri-nefesleri söylenen bir velidir, evliyadır, ulu aşıktır. İnancından ve ikrarından dönmemiş, bu uğurda canını vermiş, derisini yüzdürmüştür.

 

Seyyid Nesimi’nin yaşamı, doğum ve ölüm tarihleri hakkında kesin bilgi bulunmamaktadır. Azerbaycan, Tebriz, Şiraz, Diyarbakır doğumlu olduğunu belirten kaynaklar bulunmaktadır. Tahmini olarak 1370 yılında doğduğu kabul edilmektedir. İyi eğitim görmüş olan Seyyid Nesimi, Fazlullah’ın halifesi olarak Hurufiliği yaymaya çalışmıştır. Türkçe divanı bulunan Nesimi, Farsça da eserleri bulunmaktadır. Mukaddimatül Hakaik (Gerçeklerin Başlangıcı) adlı Farsça eserinde Kur’an’daki surelerde bulunan Kaf, Nun, Ta, Elif, Lam, Ra, Ya, Sin gibi harflerin anlamlarını açıklamıştır.

 

Fazlı’nın halifesi olarak Hurifiliği yaymaya çalışan Seyyid Nesimi, 1403-1404 yılında Moğol İmparatoru Timur’un egemenliği altındaki Halep’e gider. Seyyid Nesimi, Timur yandaşı olan kentin valisinin buyruğu ve müftünün fetvasıyla derisi yüzülmek suretiyle 1404’de katledilir.

 

 

Sonuç

 

Dâr, Alevi-Bektaşi inancının ve ibadetinin hukuki, sosyal ve eğitici özellikleri taşıyan önemli bir kurumudur. Alevi-Bektaşi toplumunun her türlü sorgulama, yargılama, düşkünlük, yola girme, musahip olma, yıllık görgü-sorgu, kurban ve adaklarını yerine getirme, hizmet görme, ceme girme ve cem yürütme, dârdan indirme vb. inanca dayalı törenler dâra durularak ve/veya dâra çekilerek yapılır. Dâra duran, dâra çekilen veya özünü dâra çeken talip, cemdeki tüm canların huzurunda Mansur gibi asılmaya, Fazlı gibi ciğerinden hançerlenmeye, Nesimi gibi derisi yüzülmeye hazır demektir. Sorgulama-yargılama yapılıyorsa kusur ve kabahatlerini söyleyecek, döktüğü varsa dolduracak, yaktığı-yıktığı-kırdığı varsa yapacak, ağlattığı varsa gülderecek, verilecek cezayı yerine getirecek; yola girecekse ve musahip olacaksa asılsa da, ciğerlerinden hançerlense de, derisi yüzülse de yolundan ve ikrarından dönmeyecek kamil insan olma yolunda, dört kapı kırk makamı hayatı boyunca uygulayacaktır.

 

 

Kaynakça:

  • Atalay, Ali Adil, İmam Cafer-i Sadık Buyruğu, Can Yayınları, 2014
  • Kaygusuz, İsmail. Alevilikte Dar ve Pirleri, Alev Yayınları,1993
  • Korkmaz, Esat. Ansiklopedik Alevilik Bektaşilik TerimleriSözlüğü, 1994
  • Özmen, İsmail. Simgeler ve Rıza Kenti:Alevilik/Bektaşilik, Parşömen Yayınları 2010

 

                                                          -  Makaleler  -