Âşık Remzâni

 

 

 

Alevi-Bektaşi Dilindeki Asimilasyon

 

Namık Kemal DOĞANAY

Ağustos  2016

 

Dil ve din, ortak kimliklerimizin oluşmasında, aynı kültürü yaşamamızda ve geliştirerek gelecek zamana aktarmamızda, aynı grup içinde yer almamızda önemli iki etkendir. Dil, insanların duygu ve düşüncelerini yazılı ve sözlü olarak açıklamaya- paylaşmaya yarayan anlamlı sözcükler yığınıdır. Dil, konuşma, düşünme ve hayal gücünün paylaşılmasında araç olmasının yanında, geçmişteki zenginliklerimizi, kültürümüzü, inancımızı günümüze; günümüzdeki birikim ve değerlerimizi de geleceğe aktarmada önemli bir işlev görmektedir.

 

Duygu, düşünce ve hayal dünyasının paylaşılmasında kullanılan ve bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı anlamında olan kavramların; paylaşanlar ve paylaşmayı alanlar için aynı şeyi ifade etmesi gerekir. Kavramlar, kişilerin bilgi ve birikimlerine göre farklı olsa da, aynı dili kullanan, aynı bilgi, kültür ve inanca sahip insanlar arasında hemen hemen aynı niteliğe sahiptir. Kelimelerin kişiler tarafından farklı şekillerde kavramlaştırılması durumunda, toplum içinde duygu, düşünce ve inanç birliğinin sağlanması zorlaşır.

 

Bu durumda aynı dili kullanan insanlar, aslında farklı bir dili kullanmış olurlar. Bilhassa inanca, dine ve tasavvufa bağlı kavramların kullanımında, o inancı yaşayaninsanların arasında farklılıklar oluşur. O halde aynı görüşü, inancı yaşayan insanların kullandıkları kavramların ortak olması gerekir. Kavramlar ise, kelimeler aracılığıyla karşı tarafa aktarılır. Konuşan ve dinleyenin (verici ve alıcı) zihnindeki tasarımlarıfarklı olursa, iletişim, paylaşma ve aktarım sürecinde kullanılan kelimeler tam olarak gerçekleşmemiş olur.

 

Dil ve Din Ortak Kimliğimizi Belirler

 

Dil, her zaman toplumların şekillenmesinde, birbirine ve aynı inanca bağlılıklarda, kendi kültürünü yaşamada ve yaşatmakta, aynı hedefe varmakta, birarada yaşamada önemli bir etken olmuştur. Aynı dille anlaşan insanlar, varlıklara ve olaylara aynı anlamı yükledikleri için ortak dili ve kültürü oluştururlar. Din de ortak kimliklerimizin oluşmasında önemli bir ağırlık taşır. Din, bulunduğu toplumun dili üzerinden gerçekleşir ve kurumsallaşır. Dinin oluşumu, ancak dille mümkün olur. Herhangi bir dinin oluşumu, teolojik argümanları, tutunması ve yayılması, nesilden nesillere aktarılması dil sayesinde olur.

 

Herhangi bir dinin, inancın iyi anlaşılması; o dine inanan insanlar arasında bir ahengin ve paylaşımın olması, birlik ve beraberliğin olması, nesilden nesillere dinin ve inancın bozulmadan aktarılması ve yaşanması için, ortak inançla ilgili tanım ve kavramlarının kullanılması gerekir. Ortak dilin ve kavramların kullanılması ile o inancın bozulması, dejenerasyonu engellenmiş olur. Her mesleğin ve ilmin kendine özgü dili ve kavramları olduğu gibi, dinin de kendi dili, tanımları ve kavramları vardır. Din de kendini, kendine özgü tanım ve kavramlarla ifade eder, anlatır. Dine özgü kavram ve tanımlar kullanıldığında, din kendini kitlelere anlatmış olur.

 

Aynı inanca sahip kişiler tarafından kullanılan kavramlar yerine, diğer baskın inancın kavramlarının kullanılması halinde, inançta bozulma olacak; baskın-hakim inancın egemen olmasına yol açılacaktır. Öteki inanca sahip kişiler baskın inanca ait kavramları, ya mahalle baskısı dediğimiz iş, eğitim, sosyal yaşamda ayrışmamak amacıyla kullanır, ya da devlet politikasının sonucu olarak asimilasyona uğramasıyla kullanır.

 

Bunun örnekleri çok sayıdadır. Alevi- Bektaşi inancına sahip kişiler de, diğer hiç bir günden farklı olmayan Cuma günleri için kutlama mesajları göndermekte, karşılaştığı kişinin Cumasını kutlamakta; şimdiye kadar hiç bir Alevi-Bektaşi’nin Tanrı’ya (Hakk’a) “Rabbim” dememesine rağmen, sıkça Rabbim kelimesini kullanmaktadırlar. Bu tür söylemler mahalle baskısından kaynaklanmakla birlikte, diğerine benzeme, baskın-güçlünün yanında olma, kısa vadeli çıkar elde etme güdülerinden de kaynaklanmaktadır.

 

Dilin bozulması ve kullanılan kavramların kişiler arasında farklı anlamlandırılması dinin de dolayısıyla inancın da bozulmasına yol açar. Devlet, emperyalizm, faşizm, panislamizm, Vahabi, Selefi, Sünni gibi adına ne verirsek verelim hâkim güç ve baskın inanç, öncelikle kendi söylem ve kavramlarını diğer inanç grupların kullanması için özendirmekte ve dayatmaktadır. Öteki inanç grupları içinde yer alan kişiler ise, bilerek veya bilmeyerek hâkim gücün veya inancın asimilasyon politikalarına yardımcı olmaktadırlar. Hâkim inancın söylem ve kavramlarının kullanılmasıyla birlikte öteki düşünce ve inançlar tamamen baskın inanç ve görüş içine alınmaktadır.

 

Alevi-Bektaşi’nin Dili Alevice Olmalıdır

 

Her dinin, inancın kendine özgü kavramları ve tanımları olduğu gibi Alevi-Bektaşilerin de kendine has kavramları vardır. Bu kavramların çoğu, diğer inançlara sahip kişiler tarafından anlaşılması, içselleştirilmesi söz konusu değildir.

 

Alevi-Bektaşi, kendine has kavramları kullandığında inancını anlamış olur. Bu kavramları anlayıp kullandığında “Dört Kapı Kırk Makam” yolunda ilerlemeye başlar. Bu tanım ve kavramları kullandığında şeriat kapısını aşmış, tarikata girmiş demektir. Tarikat kapısına gelmiş bir Alevi- Bektaşi artık;

 

·         Afiyet olsun” demez, “Helalı hoş olsun, yarasın, gittiği yer gam kasavet görmesin der,

·         Âmin” demez, “Allah, Allah” der,

·         Öldü, vefat etti” demez, “Hakk’a yürüdü, don değiştirdi” der,

·         Allah rahmet eylesin” demez, “Devri daim olsun, devri asan olsun” der,

·         Selamünaleyküm” demez, “Hüü erenler” der,

·         Cemde, muhabbette içilene “içki” demez, “dem, dolu” der,

·         Ben” demez, “fakir” der,

·         Namaz” demez, “niyaz” der,

·         Bismillah-ir rahman-ir rahim” demez, Bism-i Şah” der,

·         Mum yakmak” demez, “Çerağ uyandırmak” der,

·         Mum söndürmek” demez, “Çerağ dinlendirmek” der,

·         Cenazeyi gömdük” demez, “Toprağa sırladık” der,

·         Mevlut’edavet etmez, “Lokmasınadavet eder,

·         İftar” demez, “Oruç açma” der,

·         Kadın, erkek” demez, “Can, bacı, erkişi” der,

·         Çelebilere “Dede” demez, “Efendimder,

·         Mümin” demez, “Talip” der,

·         Cemde, muhabbet meclislerinde âşıkların söylediklerine “türkü” demez, “deyiş, nefes, düvaz imam” der,

·         Rakı” demez, “Akyazılı” der,

·         Şarap” demez, “Kızıldeli” der.

 

Sonuç

 

Dili oluşturan kelime ve kavramlar, duygunun, düşüncenin, inancın, ifadenin anlatımında ve başkalarına aktarımında çok önemlidir.

 

Din de, dille ifade edilir. Bu nedenle dil ve din birbiriyle çok yakın etkileşimdedir. Dilini kaybeden, bir anlamda dinini de kaybedebilir.

 

Ortak kimliğimizin oluşmasında da, dil ve din önemli iki etkendir. Dildeki erezyon, dildeki bozulma, dildeki yabancılaşma ortak kimliğimizin oluşmasına engel olacaktır. Aynı kimlikte, aynı inançta olan kişilerin ve toplumların dili oluşturan kelimelerin yerine başka yabancı kelimeleri kullanmaları durumunda, aynı kimliğe sahip toplumlar veya inanç grupları içinde çözülme olacak; diğer etkin, baskın, hâkim grubun inancına dâhil olma yolunda önemli adım atılmış olacaktır.

 

Alevi-Bektaşi inanç terimleri yerine, baskın inanca ait terimlerinin kullanılması da Alevi-Bektaşi toplumunun çözülmesini, diğer inancın içinde asimile edilerek yok olmasını, gelecek nesillere Alevi-Bektaşi inancının ve kültürünün aktarılmamasını sağlayacaktır.

 

Son yıllarda Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde her türlü asimilasyon politikaları uygulanmaktadır.

 

Bilerek veya bilmeyerek, iktidar veya mahalle baskısı nedeniyle Alevi-Bektaşilerin, Alevice dili yerine baskın inancın dilini kullanması durumunda, asimilasyon politikaları başarılı olacaktır.

 

Aşk ile...

 

                                                          -  Makaleler  -