Âşık Remzâni

 

 

 

Abdüller ve Yavuzlar zekidir ama ‘sahip’ daha zekidir

 

Murtaza DEMİR

 

 

Bu yazımda Abdül ve YavuzBingöl gibilere ‘yanaşma’ demediğimi taahhüt ve imzamla teyit ederim; imza...

 

Zalimi ve zulmü savunmak zor “zanaattır!” aslında. Ama yanaşma, sizin sabah-akşam lanet ettiğiniz zalime dair öyle ‘olumlu’ argümanlar bulur, öyle savunur ki… Ağzınız açık kalırsınız. İnsan gibi insan olan birine; “rızkını, gırtlağına kadar b.k içinde çalışarak kazanmayı mı, yoksa zalimi ve zulümlerini savunarak mı ‘kazanmayı’ istersin” desen, insan kesinlikle b.ka girmeyi tercih eder. Çünkü zalimle lağım kuyusu kıyasladığında, lağım kuyusu, bakir ormanda akan derenin suyu kadar temizdir.

 

Demem o ki, bedavasına yenecek herze değildir zalimi, gaddarı, hırsızı, çete başını savunmak, yanaşması olmak.

 

Nasıl yanaşma olunur?

 

Yanaşma takımına katılmak isteyen kişide aranan tek nitelik kayıtsız şartsız itaat etmektir… Bütün yanaşmalar, haksızın değirmenine su taşıdıklarının bilincindedir. Kişilikleri her türlü aşağılık duruma müsaittir. Sizin ekran başında “bunu nasıl söyler-savunur, bu adam insan olamaz” dediğiniz yanaşmaların çoğu ruh hastasıdır. Ya yaşamlarının bir merhalesinde ruhlarını satmak zorunda kaldıkları bir işleme tabi olmuş, ya da çıkarlarını tercih ederek, iki ayaklı-insan suretli bir yaratığa evrilmişlerdir.

 

Bu tür yaratıkların doğrusu-eğrisi değil, ‘Tanrı’ diye sarılıp ‘hiç yanlışı olmaz’ dedikleri, salya-köpük savundukları sahipleri vardır. Bunların dünyasında zalime, “Sahip veya beyefendi” denir. Yanaşmanın doğrusu, sahibinin‘doğrusudur.’ Diyelim ki sahip, kara bir nesneye “ak” demiş olsun, bunların tamamı koro halinde meleşir; “aaaakk.” Ertesi gün sahip “ak” dediğine yanlışlıkla bile olsa “kara” dediyse; bunlar yine meleşir; “karaaa…”

 

Örneğin Yezid’in kapıkulları, Yezid’den de beter yaratıklardır. Rızıklarını Yezid’in ganimetleri üzerinden sağlamaya başladıktan sonra; “biz, İmam Hüseyin-Yezid saflaşmasında Yezid’in yanında yer alırız” diyecek kadar alçalabilir; insanlığı-adaleti teper, gerçekten birer yezid müsveddesi olurlar.

 

Yunus’un dediği gibi; “yedikleri insan eti, içtikleri kandır.”

 

Yanaşmalar, İmam Hüseyin’e karşı Yezid’i (sonsuz kere lanet olsun), Özgecan’a karşı katilini, Madımak’ta yananlara karşı yakanları, Ali İsmail Korkmaz’a karşı katilleri, Uludere katliamına karşı, “vur” emri vereni savunanlardır… Bu kadar iğrenç, bu kadar alçaktır yanaşmalar…

 

Hiç kimse doğuştan Yezid, katil veya yanaşma olarak doğmaz. Rakel Dink’in çok güzel tespit ettiği gibi her çocuk masum doğar ama sonra değişir. İnsan da kalabilir, katil çete reisi, hırsız, hırsız yamağı da olabilir… Zorbalığın ve cehaletin işgalinde olan ülkede insan kalmak zordur;  bedeli ağırdır. Ülkemizde örneklerini çokça gördüğümüz üzere, kimi insan işkenceyi, ölümü, yakılmayı göze alarak Yezid’e karşı mücadele eder, kimi de Yezidin silahına kurşun!

 

Bir örnek Abdülkadir Selvi (kısaca Abdül), bir diğeri de Yavuz Bingöl’dür… Berkin Elvan devlete hükmedenlerin açık emriyle katledilen yavrularımızdan biri, Yavuz Bingöl de bir ‘sanatçıdır.’ Bu durumda sanatçının yani insanın yeri, yüreği evlat acısıyla dağlanan annenin yanı olmalıdır değil mi? Oysa Yavuz gider, Berkinlere karşı adı gibi Yavuz olan Erdoğan’ın yanında yer alır, bazı gerekçeler bularak Erdoğan’ın, Berkin’in annesini yuhalatmasını haklı bulur.

 

Oysa Sahip, Abdül’ün de Yavuz’un da Alevi kökenli olduğunu unutmaz!

 

Unutursa ‘Sahip’ olarak kalamaz. Sene 2006. Aleviyol yazarı Nevzat Yıldız, TRT sunucusu İkbal Gürpınar'a, söyleşi için gelecek olan Başbakan Tayip Erdoğan'a sorması şöyle bir not verir. Şunlar yazılıdır notta; “Başbakan Alevileri bu kadar dışlamasın; kendisi Alevilerin de Başbakanıdır ve kabul etmese de böyledir. Sanırım bu duyguyu hissetmek bizim de hakkımız!”

 

El cevap; “ben Alevilerin neden başbakanı olayım ki; bir sebep mi var?”

 

Abdül’ün ve Yavuz’un savunduğu, tetikçiliğine soyunduğu kişilik budur.

 

Yanaşma bir hususu genellikle atlar. Sahip, yanaşmalığa hazır-nazır olan herkese kapıları açar ve onları arada bir yemlerse de, hangi yanaşmanın (solcu, Alevi, ateist gibi) kendisine hangi nedenle ‘yanaştığını’ bilir, azami derece kullanır fakat nereye kadar güveneceğini asla göz ardı etmez. Çünkü Sahip’in tüm siyasi yaşamı, birikimi ve varlığı; hukuk dışılık, Alevi-Sünni ayrışması ve gerilimi üzerine kuruludur.

 

Abdül milletvekili adayı değilmiş!

 

Şimdi “yiğidi öldür hakkını yeme” haksızlığın-hırsızlığın, zulmün savunulmasında en büyük pay Hüseyin Yayman’ın değil Abdül’ündür. E, bu durumda Yayman aday da, Abdül neden değil? “İstemiyormuş!” Hadi canım sende; ne kadar örtersen ört sicilin müsait değil sicilin…

 

Abdul’ün, Yavuz’un, Reha Çamuroğlu’nun ve cümle türlerinin unuttuğu ya da ‘sattığı’ şey budur…

 

Mehmet Metiner öteden beri Yezitin yanındadır ve geçmişine baktığımızda yezidin yanında olmasının fevkalade yadırganacak bir tarafı yoktur. Sonuçta aslına rücu etmiştir. Ama örneğin Abdül’ün kendisi inkar etse de aslı, ailesi-geçmişi Alevidir. Ailesinin yaşam alanı Yezid’in zulmü altındadır. Hal böyleyken zulme karşı çıkan insanlara parmağını sallayan; “ben sana gösteririm, seni susturmasını bilirim” diyerek saldıran Abdüllerin durumu patolojiktir ve tahlil edilmeye muhtaçtır. 

 

Abdül, Sivas/Yıdızeli, Deremahalle doğumludur. Bir Yıldızeli’li olarak, İlçeyi de, mahalleyi de iyi bilirim. Birçok il-ilçede olduğu gibi Deremahalle’li Alevilerin yaşamı zor ve külfetlerle doludur. Ya sığıntı gibi yaşamak, küfür ve hakaret yerine kullanılan “Kızılbaş” nitelemelerini duymazlıktan gelmek, ya da benim gibi, Abdül ve daha birçokları gibi kaçmak zorundadırlar. Aksi halde o kasabalarda kimlik ve kişilikleriyle yaşama şansları yoktur.

 

Malum, bu ülkede Alevi olmak, Alevi kalmak, kimliğine, hakkına, hukukuna sahip çıkmak zor zanaattır. Bu yüzden ya bedelini ödersin, ya da gizler sığıntı olursun…  

 

Kendi nesline küfreder!

 

Bu türlerin özelliği “çil keklik” gibi nesline küfrederek bir “sahip” bulmak, Onun limanına yanaşmak ve demir atmaktır. Tehlikelidirler… Baktılar ki, Sahip’in durumu sallantıda, Sahip’i ilk satanlar bunlar olur… İnsanlığını ve değerlerini satan yanaşmanın dini-imanı-sahibi mi olur?

 

Nesline ihanet edenin hikâyesi: “padişah bir gün tebdil-i kıyafetle Kuşlar Çarşısı’nı dolaşırken kekliklerin satıldığı yere gelir. Kekliğin tanesi bir altındır ancak ayrı kafeste tutulan bir kekliğin fiyatının 300 altın olduğunu görünce; ‘bunları bir altına satıyorken, şuna neden üçyüz altın istiyorsun? Satıcı şöyle der; bu keklik özel eğitimlidir, güzel öter. Bunun ötüşünü duyan keklikler onun çevresini sarar, pusudaki avcılar da o keklikleri kolayca avlar.’

 

Padişah bu açıklama üzerine, kekliğe 300 değil, 500 altın verip satın alır, alır alma da kafasını kopartır. Satıcının sızlanarak ‘neden bunu yaptınız, o çok değerli bir keklikti’ demesi üzerine padişah şunu söyler; ‘bu, kendi nesline ihanet eden bir kekliktir. Nesline ihanet eden hiçbir yaratıktan hayır gelmez’ der.”

 

Özgecan’ın katline neden olan “katil fıtratını” yaratan, tetikçi olan bütün çil kekliklere lanet olsun!  

 

                                                            - Makaleler -