Âşık Remzâni |
6 Mayıs 2010
Karşıyaka
Emel SUNGUR
Yıllar
önce veya tam 26 yıl önce Karşıyaka mezarlığının ağaç gövdeleri bu denli kök
budak sarmadan 18- 20 kişi ile başlayan anma toplantısı bu gün belki de
umutların yeşerebileceği bir anma toplantısına dönüştü. 26 yıl önce ağaçların
gövdelerinin arkasında adeta yapışmış gibi duran takım elbiseliler anma
toplantısına katılanların sayısının neredeyse 2 katıydı. O yıllar altımızda istediğimiz
yerde duracak hareket edecek arabalarımız da yoktu otobüslerle gelirdik o
yolları. Zaman zaman kendimizi çok yalnız hissederdik, içimiz üşürdü Mayıs
sıcağında. Herkes birbirini kollardı ve hiç kimse mezarlıkta kalmadığı kararını
vererek yine bırakıp giderdik yüreklerimizi.
Arkadanağaç gövdelerine dayanmış takım elbiseli elinde sigaralı ve hiç unutamadığımız
bıyıklarıyla sivillere terk ederdik oraları.
Gelenyıllar katılanların sayısını zamanla ikiye katladı iç kavgalarımız nedeniyle
zamanla yarıya düşürdü. Bu sene Karşıyaka’nın kapısından içeri girip mezarların
başına gittiğimde o an için üç kişi ile simgeleşen yüreğimin en geniş yeri
onlara ait olan dostlarımın yanında başım dikti.
Onlarki hiç boyunlarını bükmeden, hiç pişmanlık duymadan gittikleri yolu bırakıp
gittikleri bizler zaman zaman kendi kendimizi tüketmekten karşımız da büyüyen
ve içinde asla bizlerin olmadığı dünyayı hiç göremedik. Kiminin flamasının
rengi, kiminin söylediği slogan kiminin geçmişine takılı kalıp ABD’den
şırıngalanan tehlikenin sinsice yayılan yeşil haritasının farkına varamadık.
Bu gün ise umudum çığ gibi gelen pırıl pırıl,genç, yürekli, profesyonelleşmemiş umutların doğru şeyler yapacağına
inandığımdandır. Alkışları da, sol yumrukları da yüzlerinde ki ifadeleri de
yaptıkları işe olan inançlarını yansıtıyordu. Evet bu çok güzel tablo da baskı yapmadan ancak
bizim geçmişte yaşadığımız tecrübelerimizi de aktararak gidilirse gelecek
onlarındı, onların olmalıydı.
Engüzel olanı da hem yüreklerinde yaşadıkları aşkları hem inandıkları yol
birleşmişti bu genç bedenlerde. Elinden
tuttuğu sevgilisiyle birbirlerine güçte katıyorlardı. Artık sol, sosyalistler gönüldeki
sevginin ve inandıkları ideolojinin birlikte daha güçlü yürüyeceğine inanmıştı
bence.
12Eylül ve 12 Mart fotoğraflarında belki de iç çekerek sadece ”bacıların” veya “ ağbilerin” o zamanlar farkına varılsaydı birbirlerine
eller kenetli yürekler kenetli olsaydı böyle kısa süren yaşamlar da daha güzel
yaşanmış günlerle taşıyacaktı yeni hayatlarına.
Elbettegönüllerde onlar ölmediler bizler için önder oldular, umutsuzluğa kapıldığım
günlerin tek başına mezar başına gidip dertleştiklerim oldular kaldı ki onlar
yılların yükünü öylesine yüklenmişler diki onu unutup dertleşerek yaşadığım
hayal kırıklıklarını dinleme yükünü dahi omuzlarına yüklemiştim.
Amainanıyorum ki insanların böyle yaptığı, yaşadığı sorunları anlatıp, paylaşacağı
insanlara, yol önderlerine ihtiyacı var. Bu ihtiyacımı zaman zaman Banaz
köyünde Pir Sultan’la dertleşerek acımı, yaralarımı ona dökerek zamanla da
Karşıyaka’ya giderek gideriliyorum. Hepsi de son derece insani duygular.
Yaşamın gerçekliği özel mülkiyet, çıkar dostlukları, çıkar örgütleri, çıkar
sevgi gibi görünen sevgisizliklerin sarmaladığı bu dünya da sığınacak liman
olarak kapısını çaldığımız yaşam kaynaklarımız Anadolu’nun her yerinde var
kafamızı kaldırıp bu değerleri dahi görmemizi yıllarca engelleyenlerden alacaklarımız
var. Bu alacaklılarımızın listesi ise bence şöyle oluşuyor; çocukluk, gençlik,
ergenlik, orta yaşın tatlı yılları belki de üst üste konulunca yaşamın hepsi.
Yaşamadan gidenlere ait yıllarında alacağını bizler almalıyız. Gelin teli
denilen ve uğuruna inanılan telleri olmayan genç kadınlar ve sağdıççıyla
berbere gidemeden yaşamı tüketilen delikanlılarına kadar alacaklı listeleri
sayfalara sığmayan.
Busözler sadece siyasete, iktidar hedefine ait sözler değil. Elbette iktidarın
bizlerin yıllardır beklediği iktidara dönüşmesi veya böyle bir iktidar
hedefimiz ancak bu iktidarın yanı sıra insan yaşamının eksiltilmiş, yok
sayılmış, bundan utanılmış sevgiye dair kavramları beklentilerimizin daha
gerçekleşmesini besleyeni olacaktır. Dünya ya getirdiğimiz çocuklarımıza ilk
kez mememizi verip emzirdiğimiz de kurduğumuz sıcaklık ve o kokunun manası
yaşamsaldır. Bu kokuyu illa doğuran vermez emek veren sarılıp ısıtandır ana o
bebek için işte bu inandığımız yolda saçlar beyazlaştı ama yürekler dünyanın
bütün renklerini hala barındırıyor içinde. Alacakları aldığımız güne değin
bekleyecek. Biz alamaz sak çocuklarımız oda olmazsa onların çocukları biriken
alacakları alacaklar.
Buhızla ve düşünmeden sizle paylaştıklarımı somut bir anıyla kapatmak istiyorum.
Karşıyaka’yason 20 yılımın öğretmeni Nedim Şahhüseyinoğlu’yla gittim. Nedim ağabey 85
yaşlarında bir genç arabadan kapıya yakın bir yerde indirdim arabayı park
ettiğimde çoktan ulaşmıştı mezarın başına bazen yüzüne yansıyan ve hep sesli
dile getirdiği “ ben niye yaşıyorum, onlar gitti de” ifadesiyle ekip, yol
arkadaşlarının bir kısmını bulmuştu da. Ben de yönümü o yola doğrulttum tam o
anda koşturarak gelen Aşkın’ı gördüm. Aşkın Kocaçimen çok eski bir
arkadaşımızdı. 1 yılbaşı gecesi aramız da konuştuğumuz günleri çocuklarımızla
paylaşırken anlatmıştı bu anısını işte onu sizlerle paylaşarak bitiriyorum 6
Mayıs 2010 gününü.
TutuklanıpMamak cezaevine gittiğinde hepinizin bildiği gibi önce saçlar kesilir. Berberin
olduğu yerden yan odayla bitişik duvarda bir delik açılmıştır yıllar önce.
Aşkının saçlarına berberin makası hızla deyip saçlar yere dökülürken o anda
Aşkının içinden gelen bir söz dökülür
sese dönüşür işte bu ses duyulmuştur
yan odadan. Bu sese bir başka sesle yanıt gelir” Aşkın sen misin?” işte yanıt
veren ses Deniz’in sesidir. Duvarda
açılan delik hep yaşam odalarımızın
duvarlarında durmaktadır ve yanıt hep “Deniz’den,Hüseyin’den, Yusuf’tan”
gelmektedir. O gün “Aşkın sen misin?” dedikleri gibi; emel sen misin, Nedim sen
misin, Medet sen misin, Ertuğrul sen misin, Ersin sen misin, Vehbi sen misin
demektedir. Bunun yanıtını sen misin diye sordukları verebiliyorsa ne mutlu
onlara veremeyenlere de itirazım yok “utanıyor olmak” ta önemli ama geçmiş den
de vazgeçmiyor gibi görünüp bu günün en fazla savunucularıysalar bence hiç
kafalarını yere bakmaktan kurtulamazlar.
Teşekkürederim bu gün Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un adlarıyla 17 yaş ve 85 yaşı bir araya getiren yolda
giden bütün devrim şehitlerine ve bu yol uğruna saçları bembeyaz olsa da 17
yaşın heyecanı ile onlara yetişmeye koşanlara.
|